Yaşam

Umutsuzluk, karamsarlık, mutsuzluk ruhsal hastalıkları artırıyor, ‘damgalanma korkusu’ ise teşhisi zorlaştırıyor

Türkiye’de ruhsal hastalıklara yaşam boyu yakalanma oranının yüzde 18-31 arasında değiştiğini, tedavi gerektiren ruhsal hastalık oranının ise yüzde 20’lerde olduğunu belirten Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Psikiyatri Bölümü’nden Uzm. Dr. Alparslan Asil Budaklı, özellikle ruhsal hastalıklara bakış açısı ve damgalanma korkusunun başvuru ve tanı almayı zorlaştırdığını ve bunun da gerçek sayılara ulaşmayı etkilediğinin altını çizdi.

Ruhsal hastalıklar açısından değerlendirildiğinde en sık rastlanılan rahatsızlıklarda depresyon, özgül fobiler, anksiyete bozuklukları geldiğini dile getiren Dr. Budaklı, “Bipolar bozukluk, psikotik bozukluklar, kişilik bozuklukları sayılabilir. Bir belirti olarak uykusuzluk ya da uykuyu sürdürme bozuklukları her üç kişiden birinde görülmekte. Depresyon görülme oranı ise toplumda yaklaşık yüzde 10, kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülmekte.” diye konuştu.

Dr. Alparslan Asil Budaklı

Neden ruh sağlığımız bozuluyor?

Ruh sağlığının bozulmasına neler neden olabilir sorusunu Dr. Budaklı şöyle yanıtladı:

“Doğal afetler, özellikle travma sonrası stres bozukluğuna yol açmakla birlikte, ani kayıplar, şehirlerin yıkımı, barınma ve gıda sorunları, zorunlu göç gibi faktörlerle başka ruhsal hastalıkları da tetikleyebilir. Aynı şekilde ekonomik belirsizlik, iş kaybı riski, alım gücünün azalması gibi durumlar, kişinin kendisi ve ailesi için sağladığı refahın bozulmasına yol açarak kaygı ve umutsuzluğu artırır; bu da mevcut ruhsal hastalıkların şiddetlenmesine veya yenilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Şiddet davranışlarının arkasında toplumsal travmalar ve ekonomik zorluklar önemli faktörlerdir. Ailelerin bu zorlukları telafi etmek için fazla çaba göstermesi ve çocukların yalnız kalması, eğitimdeki eksiklikler, sokak güvenliği sorunları, maruz kalınan medya içerikleri ve yozlaşmış sanal veya gerçek yaşantılar, ruhsal sorunların ve şiddet davranışlarının artmasına neden olabilir.”

Antidepresan kullanımı artışı dikkat çekici

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de antidepresan ilaçları kullanımındaki artışa dikkat çeken Dr. Budaklı şu noktalara dikkat çekti:

Çok ciddi ve üzerinde durulması gereken bir değişim söz konusu. Antidepresanlar sadece; umutsuzluk, karamsarlık, mutsuzluk ve daha birçok belirtinin eşlik ettiği depresyon hastalığında kullanılmazlar. Panik bozukluk, fobiler, anksiyete bozuklukları gibi ruhsal hastalıklarda da antidepresanlar sıklıkla reçete edilmekte. Bu nedenle antidepresan kullanımının artması bir yandan bu hastalık gruplarında da artışa işaret etmektedir. Anksiyete bozuklukları; sıklıkla belirsizliklerin hakim olduğu yaşam koşullarında örneğin maddi konular, barınma sorunları, iş kaybı tehlikesi, güvenlik gibi durumlarda artmakta. İyi tedavi edilmemiş ya da anksiyete yaratan faktörlerin değişmediği kişilerde bir süre sonra çaresizlik, yalnızlık, ümitsizlik zemininde depresyon gelişmesi oldukça muhtemeldir. Günlük pratikte de bu tip vakalarla sıklıkla karşılaşmaktayız.”

Antidepresanların bir ruh sağlığı uzmanının düzenli takibi altında olmadan kullanılmasının istenen sonuçların alınamamasına, yan etkilere ve bu yan etkiler nedeniyle yanlış inanışların gelişimine katkıda bulunduğunu söyleyen Dr. Budaklı, “Çünkü antidepresan tedavi planlanırken, depresyonun tipi, kişilik özellikleri, günlük yaşam koşulları gibi faktörler hekimler tarafından kapsamlıca değerlendirilir, buna göre kişiye özgü tedavi planlanır. Antidepresanlarla ilgili birçok yanlış inanış da bulunmaktadır. Bunlar; “antidepresanlar bağımlılık yapar” , “antidepresanlar uyuşturur”, “antidepresanlar kişiliğimi değiştirir”, “antidepresan kullanmak zayıflıktır” sayılabilir. Bu yanlış inanışlarla baş etmek için bilgilendirme ve farkındalık kampanyaları yapılabilir” dedi.

‘Pek iç açıcı bir tabloyla karşılaşmıyoruz’

Türkiye’nin ruh sağlığı göstergelerine bakıldığında ‘pek iç açıcı’ bir tabloyla karşılaşılmadığını belirten Altınbaş Üniversitesi Psikoloji Bölümü Ögr. Üyesi Prof. Dr. Dilek Şirvanlı da yaşanılan ekonomik sıkıntıların, depremlerin ve artan şiddet olaylarının herkesin ruh sağlığını ciddi anlamda etkilediğini ve etkilemeye devam edeceğini söyledi. Prof. Dr. Şirvanlı artan antidepresan kullanımıyla ilgili de ‘moda haline geldi’ tanımlamasını yaparak şunları söyledi:

“Bu artış, bir yandan toplumda ruh sağlığı sorunlarına karşı farkındalığın artmasının ve insanların daha fazla destek arayışında olmasının bir göstergesi olarak görülebilir. Ancak öte yandan, antidepresan kullanımının bir “moda” haline geldiğini söylemek de mümkün. Özellikle antidepresanlar, çözüm gibi görülmeye başlandı ve insanlar bilinçsizce ilaçlara yönelmeye başladı. Oysa ruh sağlığını düzeltmek, sadece ilaçlarla değil, aynı zamanda destekleyici terapiler ve yaşam tarzı değişiklikleri ile mümkün.”

Deprem ve ekonomik zorluklar derin izler bıraktı

Yaşadığımız büyük deprem ve ekonomik zorlukların ruh sağlığımız üzerinde bıraktığı derin izlere dikkat çeken Prof. Dr. Şirvanlı sözlerini şöyle tamamladı:

“Depremler, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kaygı bozuklukları ve depresyona neden olurken, ekonomik sıkıntılar da toplum genelinde yaygın bir stres kaynağı oldu. Bu süreçte birçok insan kendini güvensiz, umutsuz ve çaresiz hissetti. Artan sokak şiddeti, ev içi gerilimler ve okullardaki zorbalıklar aslında bu ruhsal durumların dışa vurumları olarak görülebilir.

Bireylerin yaşadığı içsel sıkıntılar, agresyon ve şiddet olarak toplumda kendini göstermeye başladı. Tüm bu yaşananlar, ruh sağlığını korumanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Araştırmalar gösteriyor ki, ruh sağlığımız yalnızca genetik ve biyolojik faktörlere bağlı değildir. Sosyal çevremiz, ekonomik durumumuz, eğitim imkanlarımız, barınma koşullarımız ve genel fiziksel sağlığımız gibi birçok dış etken de ruh halimizi şekillendirir. Bu yüzden ruh sağlığını korumak, sağlıklı ilişkiler kurmak, stresle başa çıkma becerilerini geliştirmek ve duygusal zekamızı güçlendirmekle mümkündür.”

Her dört kişiden biri hayatı boyunca ruhsal hastalık yaşıyor

i Prof. Dr. Hülya Ensari,

Dünyada yeti yitimi ile giden en sık görülen 10 hastalıktan 5’ini depresyon, şizofreni, bipolar bozukluk, alkol kullanım bozuklukları ve OKB (Obsessif Kompulsif Bozukluk) denilen ruhsal hastalıkların oluşturduğunu belirten İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, Yine tüm dünyada yaşam boyu her dört kişiden biri mutlaka bir ruhsal hastalık yaşar. Ancak ne yazık ki bu kadar sık görülen ruhsal hastalıkların 3’te 2’si tedavisiz olup sadece 3’te 1’inde tedaviye erişilebilmektedir” dedi.

Ruhsal hastalıkların tedavi edilmesi çok önemli

Ruhsal hastalıkların birçok bedensel hastalığa eşlik edebildiğini belirten Prof. Dr. Ensari şunları söyledi:

“Ruhsal hastalıkların toplumda oldukça yaygın olmasına rağmen tedaviye erişimin özellikle damgalama nedeni ile düşük olması; tedavi edilmeyen ruhsal hastalıkların yeti yitimine sebep olarak toplumsal bir sorun olarak da karşımıza çıkmasına yol açmakta. Tedavi edilmeyen depresyonun intihar ile sonuçlanabilmesi veya alkol madde kullanım bozukluklarının şiddet eğilimini, suç işleme oranını arttırarak, toplumsal sorunlara neden olabilmektedir. Dolayısıyla ruh sağlığının korunması varsa ruhsal hastalıkların zamanında erken tanı ile tedavisi bireysel ve toplum sağlığı için çok önemlidir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu